İkincibin Yılın Müceddidi İmam Rabbânî den (k.s) Hak Yolcusuna

İkincibin Yılın Müceddidi İmam Rabbânî den (k.s) Hak Yolcusuna

Allah seni doğru yola irşad etsin; eğer yüce Mevla’ya sevilmek istersen şu tenbihlerimi can kulağı ile dinle ve gücünün yettiği kadar uygula.

Hak yoluna adım atan kimsenin ilk yapacağı iş, itikadını düzeltmektir. Bu da ancak, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat alimlerinin, Kur’an ve Sünnetten elde ettikleri ilme göre olur.

Bu ilim asıldır ve temel ölçüdür. Keşif ve ilham, din ilmine uyduğu zaman makbuldür, uymazsa ona itibar edilmez. Bir ilmin ve ictihadın doğruluğu ilhamla değil, Kur’an ve Sünnetle ölçülür.

Gerçek din alimleri, elde ettikleri ilimlerini Sahabe ve selef-i salihinin izine tabi olarak elde ettiklerinden, kendilerine uymak gerekir.

Tam bir ehliyete ve ilmî dirayete sahip olmadan, kendi başına Kur’an ve Sünnetten hüküm çıkarmak ve onunla amel etmek caiz değildir.

Ey Hak yolcusu! İtikadını sağlam, amelini güzel yaptıktan sonra, bununla yetinip; din bundan ibarettir, ötesi yoktur diye düşünme. Yüceler yücesi Allah’a yönel, O’na yaklaşmak için yol ara.

İşte bu manevi seyrin gerçekleşmesi ve yolun selametle gidilmesi için, yolu çok iyi bilen, kâmil ve mükemmil bir mürşid gereklidir. Böyle bir mürşidin beraberliği ve kontrolü olmadan ilahi huzura adım atmak hiç de kolay değildir. Allahu Tealâ’nın özel olarak seçtiği ve sevdiği kullar hariç, hiç kimse kendi başına bu işte muvaffak olamaz.

İlahi cezbe ve aşk içinde manevi terbiyesini bitirmiş, bütün seyr-u süluk merhalelerini geçmiş ve kendisine Cenab-ı Hak tarafından kulları irşad görevi verilmiş bir mürşid, insanlık için bulunmaz bir nimettir. Onun kelamı kalbe deva, nurlu nazarları nefse şifadır. Kalbin uyanması ve azgın nefsin uslanması onun mübarek teveccühüne kalmıştır.

Böyle bir devletliyi bulan kimse, onun varlığını kendisi için bir ganimet bilmeli, terbiye işini tamamıyla ona havale etmelidir. Bundan sonra acı-tatlı her halde kendisine itaat etmelidir. Kâmil mürşide gösterilen bu teslimiyetin esası Rasûlullah (A.S.) efendimizin şu sözüne dayanmaktadır:

“Sizden biriniz, benim getirdiğim hükümlere bütün arzu ve hevasıyla tabi olmadıkça gerçekten iman etmiş olmaz.” (Begavî, Şerhu’s-Sünne. Suyutî, Dürrü’l-Mensur)

Gerçek mürid, Allah yolunda tabi olduğu mürşidine bütün sevgi ve arzusuyla teslim olan kimsedir. Teslim olmayan, bu yoldan tat alamaz.

Şunu iyi bil ki, mürşidin terbiyesine giren bir kimse, bu beraberliğin faydasını görmek istiyorsa, bir takım edeblere dikkat etmesi gerekir. Mürşitten istifadenin tek yolu bu edeblere dikkat etmektir. Ben onların bir kısmını söyleyeyim, sen de can kulağı ile dinle:

* Mürşitle beraberken tam olarak ona yönel. Onun huzurunda başka şeylerle ve yanındaki kimselerle meşgul olma. Fikrini ve kalbini topla, huzurda edeble otur. Onun yanında farz ve sünnetlerden başka, nafile ibadetlerle meşgul olma. Şu hadiseden ibret al: Zamanımızın padişahı veziriyle oturuyordu. Bir ara vezirin gözü elbisesine ilişti, onu düzeltmeye çalıştı. Padişah kendisini gördü, davranışı hiç beğenmedi. Kendisine bakıp: ‘Bu yaptığın hoşuma gitmedi. Vezirimsin, benim huzurumda başka şeylere iltifat ediyorsun!’ diye uyardı. Vezir durumu anladı, utandı, kendisini topladı, başını eğdi. Şimdi bir düşün: Basit dünya işlerinde ve dünya ehlinin huzurunda bu edebler gerekirse, Yüce Allah’a vuslat sebebi olan bir kâmil mürşidin huzurunda nasıl gerekli olmasın?
* Mürşidinden ayrı bulunduğun yerlerde de edebe dikkat et; kendisine doğru ayaklarını uzatma, onun tarafına tükürme.

* Aklına ters gelen işlerde hemen itiraza gitme. Sükut et, sabret, işin sonunu seyret. Ariflerin siyaseti çok incedir, kolayca farkedilmez.

* Özel halleri hariç, her işinde mürşidine uy, onu taklit etmeye çalış. Onun edasıyla namaz kıl, onun gibi ye, iç, yürü, otur. Her işin edebini ondan öğren.

* Mürşidinin hal ve haraketlerine karşı içinde bir itiraz saklama. Gelen kuruntu ve vesveseye de aldırma. Vesveseye tabi olmazsan zararı dokunmaz.

* Mürşidinden keramet bekleme. Bilmez misin, peygamberden mucizeyi ancak kâfirler ister. Gören göz için Peygamberin kendisindeki güzellik yeter. Ayrı bir cilveye gerek yoktur. Mürşidler de böyledir. Hem müridi mürşide bağlayan şey, haller ve kerametler değil, mürşidin cazibesidir. Bu, manevi bir bağdır, ilahi bir takdirdir.

* Gördüğün keşif ve rüya türü şeyleri kendin yorumlama; onları mürşidine arzet. Onun işaretine dikkat et.

* Mürşidinle konuşurken, onun sesinden yüksek bir sesle konuşma, sözü de çok uzatma. Hele seni ilgilendirmeyen bir konuya hiç dalma.

* Mürid, edeblerdeki kusurunu kabul eder ve onları hakkıyla yerine getiremediği için üzülürse, mazur görülür, kusuru affedilir. Kendini kusurlu görmeyen kimse yükselemez.

* Kibirli olan kimseye keramet kâr etmez. Nasibi olmayana nasihat fayda vermez. Bazı insanların durumu şu ayete uygundur: “Onlar, bütün ayetleri ve mucizeleri görseler, yine onlara iman etmezler. Senin yanına geldiklerinde de: ‘Bu okuduğun Kur’an, evvelkilerin masallarından başka bir şey değil’ derler.” (En’am/25)

Kısaca demek istediğim şudur: Tasavvuf bütünüyle edebten ibarettir. Edebi olmayan kimse, Yüce Allah’a vasıl olamaz, vesselam.

Mektubat’tan derlenmiştir.

Semerkand Dergisi, Mayıs 1999.





Yorum yapın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir