Niyet ve Kulluk

Niyet ve Kulluk

İbadet anlatılabilir mi? Kul ile Rabbi arasında o çok özel ve derunî ilişki nasıl ifade edilebilir? Gerçek şu ki, hiçbir söz, hiçbir yazı ümit ve korku arasında muhabbetle kanatlanmış bir kulun yaşadıklarını aktaramaz. Sözler o halin dışarıdan, yavan bir tasviri. İbadet ancak yaşanarak, hissedilerek, tadılarak anlaşılabilecek bir hal. Neticede, rahmetin bütün alemi kuşattığı Ramazan gibi kutlu bir ay vesilesiyle bizim anlatacaklarımız da balı tanımlama kabilindendir; tadılmayınca bilinmez.

İbadet, saygı ile boyun eğmek, küçüklüğünü hissederek itaat etmek demektir. İnsanın kalbî yönelişi, iç iradesi olmadan yaptığı hareketlere ibadet denilemez. Kalpteki yönelişin adı niyettir. Niyet, herhangi bir işe yönelik iradeye verilen isimdir. Bir işin veya sözün ibadet olabilmesi için niyet şarttır.

Bu manada ibadet, kulun acizliğini, Allah’ın büyüklüğünü anlamasıdır. Böyle bir anlayışla O’na boyun bükmesi demektir.

İbadet, gerçek hürriyetin, kula kul olmaktan kurtulmanın ve varlığın gerçek sahibini bulmanın adıdır.

İbadet, ruh ile bedeni barıştırmak, mülkü mâlikine teslim edip, sonsuz güç sahibinin güvencesine girmek (tevekkül); kısaca huzuru yakalamaktır… Evet huzuru yakalamak, her yerde ve her zamanda O’nun huzurunda olduğunu hissederek, O’nun güvencesinde dolaşmaktır.

İbadetin temel şartı niyettir. Niyet olmazsa, kulluk namına ne yapılırsa yapılsın ibadet olamaz; kuru bir yorgunluk olarak kalır. Niyet, kalbin yönelişidir; orada neler olduğunu Allah bilir. Bu, tamamen manevi bir iştir. Kul ile Rabb arasındaki derin ve özel ilişkidir. Atılan her adım, söylenen her söz ona göre kıymet kazanır. Yapılan işin kıymeti, kalpteki niyetin kıymetine bağlıdır. Bu sebeple kalplerin tabibi Efendimiz (A.S.) “Bütün işler, ancak ve ancak niyetlere göre kıymet kazanır.” buyuruyor. Efendimiz (A.S.) bu hadisi, Sahabe arasında meydana gelen şu olay üzerine söylemiştir.

Medine’ye hicret, sadece bu yolculukta bulunmuş olan muhacirlere nasip olmuş en büyük ibadetlerdendir. İşte bu yolculuğa diğer muhacirlerle birlikte katılan bir kişi vardı. Her muhacir gibi o da memleketini terkediyordu, akrabalarından ayrılıyordu, malını-mülkünü Mekke’de bırakıyordu, canı pahasına yola çıkıyordu ve yolculuğun bütün tehlikelerine ve sıkıntılarına katlanıyordu. Fakat o, muhacirler arasında bulunan ve Allah ve Rasulü için hicret eden bir hanımı seviyordu, onunla evlenmek istiyordu. Bu durum diğer müslümanlar tarafından da biliniyordu.

Nihayet muhacirler Medine’ye ulaştı. Efendimiz (A.S.) hicretin ve muhacirlerin faziletlerinin üstünlüğünü ayrıntılarıyla anlattı. Bunları duyan bazı Sahabiler, Rasul-ü Ekrem’e (A.S.) bu şahsın da diğer muhacirler gibi hicretin faziletlerine ulaşıp ulaşamayacağını sordular. İşte bu sorunun cevabı yukarıdaki hadis oldu. Hadisin devamında Efendimiz (A.S.) şunları söyledi: “Kimin hicreti Allah’a ve Rasulüne ise, onun hicreti Allah’a ve Rasulüne yapılmış demektir. Kimin hicreti de elde edeceği bir dünyalığa veya evleneceği bir hanıma ise onun hicreti de uğruna hicret ettiği şeyin kıymeti kadardır.” (Buhari, Müslim)

İşte kişinin niyeti bu kadar önemlidir. Hatta o kadar ki, Allah’ın farz kıldığı ibadetlerde bile niyetin bozuk olması, o ibadeti yorgunluk veren bir hareket olmanın ötesine geçirememektedir.

Bu noktadan hareket edersek, yalnızca bedensel hareketler bütünü olarak namazın görüntüsü bir ibadet değildir. Yani kıyam, rukû, secde ve tahıyyat ancak ibadet niyetiyle olduğunda anlam kazanır. Allah’ın büyüklüğünün ve kulun acizliğinin anlaşıldığı, hissedildiği namaz ibadettir. Kimin karşısında olduğunu, kiminle konuştuğunu düşünmeden kılınan namaz, azab ve azar sebebidir. Bu sebeple Allahu Tealâ, “Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki namazlarından gafildirler. Onlar gösteriş yaparlar.” (Maun/4-6) buyuruyor.

İmsak vaktinden güneş batıncaya kadar aç durmak da ibadet değildir. Rabbimiz istediği için, O’nun rızası için aç durmak ibadettir. Efendimiz (A.S.), “Kim yalan söylemeyi ve yalan üzere hareket etmeyi bırakmazsa (bilsin ki), yemesini ve içmesini terketmesine Allah’ın ihtiyacı yoktur.” (Buhari) buyuruyor. Ayrıca “Nice oruç tutanlar vardır ki tuttuğu oruçtan sadece çektiği açlık kalır; nice gece ibadetine kalkanlar vardır ki bu ibadetlerinden geriye sadece uykusuzluk kalır.” (İbnu Mace, Ahmed) hadisi de, kişilerin niyetlerine ve bu niyetlerine göre yaşantılarını düzenlemelerine dikkat çekiyor.

Kurban bayramında hayvanı kesmek de ibadet değildir. Çünkü onun ne eti ve ne de kanı Allah’a ulaşır. Allah’ın istediği ise takvadır. Kurbanla ilgili ayette mana olarak şöyle buyuruluyor: “Onların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır; fakat O’na sadece sizin takvanız ulaşır. Sizi hidayete erdirdiğinden dolayı Allah’ı büyük tanıyasınız diye O, bu hayvanları böylece sizin hizmetinize verdi. (Habibim!) Güzel davrananları müjdele!” (Hacc/37)

Takva, Allah’a karşı kalpteki hassasiyet… Allah’a olan sevgiden dolayı O’nun ölçülerini koruyamama korkusu ve endişesi.

Allah’a karşı hassasiyetin ve irtibatın bulunmadığı bir kalpte, ibadet için niyet oluşamaz. Bu sebeple niyet ve takva, yapılan işleri ibadete çevirir. Hatta niyet ve takva ile insanın yemesi, içmesi, uyuması bile ibadete dönüşür.

Eşsiz bir hazine olan takvayı elde edebilmenin en büyük fırsatlarından biri, Ramazan orucudur. Çünkü Allahu Tealâ, “Takvâyı elde edesiniz diye sizden öncekilere farz kılındığı gibi oruç size de farz kılındı.” (Bakara/183) buyuruyor.

Takvayı elde edebilmenin belki de en kısa yolu olan Ramazan orucunu edeblerine riayet ederek geçirmeye çalışmalıyız. Ayrıca takvayı ihsan etmesi için Yüceler Yücesi’ne her fırsatta yönelmeli ve yalvarmalıyız.

Hayatı, ibadet zevki ile yaşamak ne güzel…

Mustafa Necm, Semerkand Dergisi, 1999 Aralık.





Yorum yapın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir