Beş Büyük Nimet

Beş Büyük Nimet

Yaşadığımız çağa “tüketim çağı” diyorlar. Yediklerimiz içtiklerimiz, giyip kuşandıklarımız, paramız imkanlarımız, hatta üstünde yaşadığımız kürre-i arz tüketmek kelimesiyle yan yana.

Oysa biz bütün bunları, sahip olduğumuz her şeyi nimet biliriz. Tüketmek ne kelime, işler hayır akıbet hayır olsun diye lütuf bilir değerlendiririz.

Çağın adı ne olursa olsun alemlere rahmet olarak gönderilenin mesajı her dem yeni, taze. O mesaj “beş nimet” diyor bize, “beş nimetin kıymetini bil.” Tüketmek yerine kıymet bilmek, kıymet bulmak için…

Nimetin kıymetini en iyi kaybeden anlar. Gençliğin kıymetini ihtiyarlara, sıhhatin kıymetini hastalara, zenginliğin kıymetini yoksullara, boş zamanın kıymetini sorumluluklarına yetişemeyenlere sormak lazım. Böylece belki neyi tükettiğimizin farkına varabiliriz.

Allah Tealâ’nın kulları üzerindeki nimetleri sayılamayacak kadar çoktur. “Allah’ın nimetini sayacak olsanız sayıp bitiremezsiniz.” (İbrahim, 34) ayeti bu hakikati bildirir. Ancak bu nimetler içerisinde beş tanesi insan için büyük öneme sahiptir. O yüzden hadis-i şerifte bu beş nimetin ganimet bilinmesi tavsiye edilerek şöyle buyrulmuştur:

“Beş şey gelmeden evvel beş şeyi ganimet bil:

• İhtiyarlık gelmeden gençliğini,
• Hastalık gelmeden sıhhatini,
• Fakirlik gelmeden zenginliğini,
• Meşguliyet gelmeden boş vaktini,
• Ecel gelmeden hayatını…” (Hakim, Müstedrek, 7846)

Hadisin açıklamasına geçmeden önce nimetin ne olduğuna değinelim. Sözlüklerde “her türlü lütuf, iyilik, ihsan” demek olan nimet, kulun önüne Rabbi tarafından cömertçe serilen ilâhi sofranın adıdır. Bunun karşılığında kuldan istenen şey, kendisine verilen nimeti yad edip (Mâide, 11), gerçek sahibine karşı şükür borcunu yerine getirmesi (Nahl, 14) ve onlarla Rabbine yaklaşmaya yol aramasıdır.

Nimet bu yönüyle, verileni görmek, verene şükretmek, vermedi diye üzülmemektir.

Dünyadaki hiçbir nimet kalıcı değildir, bir gün elden çıkar gider. İhtiyarlık gençliğin, hastalık sıhhatin, fakirlik zenginliğin, meşguliyet boş vaktin ve nihayet ölüm hayatın sonudur.

Bu nimetlerden bazıları her ne kadar geçici olarak geri alınıp tekrar verilseler de, bazıları bir daha verilmemek üzere geri alınırlar. O bakımdan Sevgili Peygamberimiz s.a.v., bu beş nimetin eldeyken ganimet bilinmesini istemektedir bizden.

Gençlik bir hazine

Çocukluk ve yaşlılık çağları kişinin aklen ve bedenen zayıf olduğu çağlardır. Gençlik çağı ise insanoğlunun aklî, fizikî ve ruhî bakımdan en dinç ve enerjik olduğu çağdır. İhtiyarken yapmakta zorlanılan bir çok şey bu çağda kolayca yapılır. O bakımdan kişi, gençlik dönemini ganimet bilmeli, Allah Tealâ’nın emrine uygun bir biçimde, imkanı varsa ilim irfan ile geçirmeli, müslümanca bir hayat yaşamalıdır.

Ne var ki gençlik çağında ibadete yönelmek, salih amellerle meşgul olmak, yaşlılık dönemine nispeten oldukça zordur. Çünkü gençlik çağı nefsanî isteklerin doruk noktaya ulaştığı, duygusal gelgitlerin yaşandığı çalkantılı bir yaş dönemidir. Gerek şeytanın tasallutu gerekse şehevî hislerin genç üzerindeki baskısı bu dönemde yoğun bir şekilde yaşanır.

Genç birinin nefsine direnmesi, taat ve ibadete yönelmesi ihtiyar kimseye nazaran daha zor olduğundan dolayıdır ki yapacağı güzel ameller de Cenab-ı Hak katında daha makbul görülmüştür. O yüzden hadis-i şerifte; “Gençliğini Allah Teâla’ya ibadetle geçiren kişinin, yaşlandıktan sonra ibadet etmeye başlayan kimse karşısındaki üstünlüğü, peygamberlerin diğer insanlara olan üstünlüğü gibidir.” (Suyûtî, Câmiu’s-Sağîr) buyurulmuştur.

Ayrıca yine hadis-i şerifte, gençliğini Allah için İslâm yolunda geçiren kişiye kıyamette bir nur verileceği müjdelenmiştir. Bütün bu ve benzeri nebevî ikaz ve müjdeler gençliğin nasıl bir nimet olduğunu ortaya koymaktadır.

Öyleyse insan ömrünün en verimli dönemi olan gençlik çağını ganimet bilmeli, Allah Teâla’nın razı ve hoşnut olacağı ameller yapmak için uğraşmalıdır. Yine genç, günahlardan azami derecede kaçınmaya gayret etmeli, elindeki bu fırsatı kazanca çevirmenin yollarına bakmalıdır. Bir de işlemiş olduğu hata ve günahlardan dolayı pişmanlık duyup tevbe etmeyi hayatından eksik etmemelidir.

Gerçi günahlara set çekmenin en zor çağı olan gençlikte günahlardan pişmanlık duyup tevbe etmek de bir o kadar zordur. Fakat önemli olan zoru başarmaktır. Bu yüzden olsa gerek, hadis-i şeriflerde, Rabbimize en sevimli gelen şeyin tevbe eden genç olduğu haber verilmiştir. (Deylemî)

Özetle diyebiliriz ki; gençlik çağı insanın canı ne isterse yapabileceği, iyi kötü her türlü hayalin ardına koşabileceği dönemdir. Bu dönemde kişinin nefsine hakim olması, ibadet ve taatini aksatmaması yaşlı kimseye göre daha zor olduğundan mükafatı da boldur.

Bu mükafatların belki de en büyüğü mahşer günü Rabbimizin arşının gölgesinde gölgelenme şerefidir. Nitekim hadis-i şeriflerde, Allah’ın rahmet gölgesinden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı o dehşetli kıyamet gününde, Rabbimizin himayesi altına alacağı yedi sınıf insandan biri de gençliğini Allah’ın emir ve yasaklarına uyarak geçiren kimse olduğu haber verilmiştir. (Buharî, Müslim)

Sıhhatten öte ne var?

Sıhhat de büyük nimetlerdendir. Çünkü istek ve düşünceler harekete, hareket ise beden gücüne muhtaçtır. Beden gücü sıhhat, sağlık demektir. Sıhhatli insan istek ve düşüncelerini sağlığı bozuk kişiye göre daha kolay gerçekleştirir, isteklerine ulaşması daha çok imkan dahilindedir. Bitkiler için su ne ise vücut için de sıhhat odur.

Sıhhat olmazsa ne dinî ne de dünyevi vazifeler gereği gibi yerine getirilebilir. Sıhhat olmadan ne gençliğin, ne zenginliğin, ne vaktin ne de hayatın tadı olur. Böyle birinin aklı sürekli hastalığında olacağından, kalbini amel ve ibadetler üzerinde toplaması zorlaşır. Sıhhati bozulan kişinin sağlıklı düşünüp sağlıklı işler ortaya koyması güçtür. O bakımdan Allah Rasulü s.a.v. dualarında Cenab-ı Hak’tan sıhhat ve afiyet dilemiştir. (Beyhakî). Ayrıca ümmetine de afla birlikte afiyet talebinde bulunmalarını tavsiye ederek buyurmuştur ki:

“Allah’tan af ve afiyet isteyiniz. Zira hiç kimseye yakîn derecesine ulaşmış imandan sonra afiyetten daha hayırlısı verilmemiştir.” (Tirmizî)

Fakat sıhhat, dünya üzerinde belki de en fazla ihtiyaç duyduğumuz şey olduğu halde en az kıymetini bildiğimiz nimetlerden biridir. Sevgili Peygamberimiz s.a.v. buyurmuştur ki: “Kim nefsinin kötü isteklerinden emniyet içerisinde, bedenen afiyette ve günlük gıdasına da sahip olarak sabaha çıkarsa dünya ona verilmiş gibidir.” (Tirmizî)

Diğer taraftan, ne kadar söylenirse söylensin, nimetin kadri ancak kaybedildikten sonra anlaşılır. Sıhhatin ne demek olduğunu en iyi anlayan onu kaybedenlerdir. Belki de bu yüzden hikmet ehli demiştir ki: “Afiyet, sıhhatli kimselerin başındaki bir taçtır, onu ancak hastalar görebilir.”

Tarihimizin en büyük şahsiyetlerinden Kanunî Sultan Süleyman’ın sıhhatle ilgili beyti de bu manada düşündürücüdür:

“Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi / Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.”

Hani bunun ilk sahibi?

Büyük nimetlerden biri de zenginliktir. Bu nimet Allah Tealâ’nın ihsanı olup onu dilediğine verir. O, bir kimseye zenginlik vermişse, bu o kişinin seçkinliğini göstermez. Çünkü Cenab-ı Hak ne sevdiğini zengin, ne de sevmediğini fakir eder. Eğer öyle olsaydı bugün müslümanların inkârcılardan daha zengin, maddi bakımdan daha ileri olmaları gerekirdi. Ancak hiç de öyle değildir.

Aslında zenginlik bir yönüyle insanın olumlu ve olumsuz taraflarını ortaya çıkarmaya dönük imtihanlardan biri olarak da karşımıza çıkıyor. Çünkü yardımseverlik, cömertlik, hizmet, tevazu, şükür gibi faziletlerle cimrilik, nankörlük, kibir gibi olumsuz özellikler zengin insanda daha belirgin şekilde ortaya çıkar.

Ayrıca “Biz, insanların hangisinin daha güzel işler yaptığını deneyelim diye şüphesiz yeryüzündeki her şeyi bir ziynet yaptık.” (Kehf, 7) ayetine baktığımızda, zenginliğin de bu manada bir imtihan aracı olduğunu net olarak görürüz.

O yüzden bizim zenginlik kavramına dünyevî refahın vazgeçilmez unsuru olarak değil de, dünya denilen imtihan diyarında iyilik vesilesi olarak bakmamız gerekir. Gayemiz elimizdeki dünyalığı nefse hizmetkâr kılmak değil, onu vesile yaparak ahireti kazanmaktır. Çünkü dünya fanilik yurdudur. Önemli olan, bu fani hayatı ebedi aleme yükseliş için merdiven kılmak, onun basamaklarından çıkarak beka yurdunun huzur dolu kucağına adım atmaktır. Bu manada hadis-i şerifin de ifadesiyle dünya ahiretin tarlasıdır. (Keşfu’l-Hafâ)

Kul, Allah Tealâ tarafından dünyadayken avucuna konulan nimetleri iyi değerlendirecek ki hasat vakti olan ahirette iyi verim alabilsin. Hasat döneminde iyi verim almak isteyen çiftçinin, nasıl ki elindeki tohumun ekimini ve bakımını, işin ilmine uygun olarak yapması gerekiyorsa, kulun da ahireti için, kendisine bahşedilen nimetleri yerli yerinde değerlendirmesi gerekmektedir. Zenginlik bunlardan sadece biridir. Mühim olan, geçici dünya varını ahiret azıgına çevirebilmektir.

Vaktin boşu olur mu?

Beş büyük nimetten bir diğeri boş vakittir. Vakit, kişinin bahçesinden geçip denize dökülen su kanalına benzer. Kanaldaki su geldiği kaynak kuruyana kadar sürekli akıp durmaktadır. Dolayısıyla kişi o suyun ne kadarını faydalı yönde kullanabilirse, o kadar kazanç elde etmiş olur. Eskilerin “vakit nakittir,” sözü bu gerçeğin veciz bir anlatımıdır.

Vakit insanoğlunun olmazsa olmazıdır. Çünkü diğer nimetlerden istifade etmek onun devamlılığıyla mümkündür. Ancak, çoğumuz bu hakikati görecek basiretten mahrumuz. Zira dünya denen kor ateş adeta gözlerimizi kör etmiş, hakikati zevklerin, oyalanmaların arkasına gizleyerek bizi aldatmıştır.

Zaten Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle; “…Bu dünya hayatı aldatıcı metadan başka bir şey değildir.” (Âl-i İmrân, 185). İşte vakit, bu aldanma neticesinde çoğu insanın elinden kaçırdığı ve bir daha geri getirmesi mümkün olmayan nimetlerdendir. Sevgili Peygamberimiz’in s.a.v.: “İki nimet vardır ki insanların çoğu onlar hususunda aldanmışlardır. (Bunlar) sıhhat ve boş vakittir.” (Buharî) sözü bu aldanışı açıkça ortaya koymaktadır.

O halde müslüman, payına düşen vakit nimetini son saniyesine kadar akıllıca harcamalıdır. Çünkü vaktin tasarrufu olmaz. Vakti herhangi bir meta gibi daha sonra kullanmak üzere biriktirmek mümkün olmadığı içindir ki dikkatlice harcamak, harcarken harcanmamak gerekir. Bu anlamda müslüman için vakti israf etmek, ekmek ve suyu israf etmekten daha büyük öneme sahiptir. Çünkü ekmek ve suyu bulmak mümkündür. Ancak geçip giden zamanı yeniden yakalamak asla mümkün değildir.

Şu da bir hakikat ki, günümüzde boş vakti değerlendirmek adına öne sürülen meşgalelerin pek çoğu aslında vakti öldürmeye yönelik uğraşlardır. Bugün özellikle televizyon ve internetin insanların vaktini çaldığı apaçık ortadadır. Televizyon dizilerinin, internet üzerindeki sosyal paylaşım sitelerinin, başka pek çok zararının yanı sıra büyük zaman israfına sebep olduğu, ibadet ve taatten alıkoyduğu, hatta kimilerinin vakit namazlarını dahi kazaya bırakmalarına sebep olduğu herkesçe bilinen bir gerçektir.

Halbuki müslüman kişi, bütün vaktini kendisine ve topluma fayda sağlayacak işlere adamalıdır. Vakit öldüren işlerle meşgul olmak, hele hele bir farzın kazaya bırakılmasına sebep olacak kadar kendini o işe kaptırmak müslümanca bir tutum olmaktan tamamen uzaktır.

Ayrıca bilinmelidir ki müslümanın sözlüğünde “boş vakit” diye bir kavram yoktur. Çünkü Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de; “O halde boş kaldın mı, yine kalk (başka bir iş ve ibadetle) yorul.” (İnşirah, 7) diye emretmiştir. Bu da gösteriyor ki bir müslümanın bütün işlerden kendisini soyutlaması, tamamen âtıl bırakması beklenemez. Müslüman vaktini iyi değerlendiren insandır. Üretirken dinlenir, dinlenirken üretir.

Ömür akıp giderken

Hayat da başlı başına bir nimettir. Rabbimiz hayatı, kimin güzel ameller yapacağını göstermek için yaratmıştır. Bunu “O hanginizin daha güzel işler yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır…” (Mülk, 3) ayetinden öğreniyoruz.

Hayat bir uyanış ve farkına varıştır. Hayat olmasaydı ne Rabbimizi, ne kainatı ne de kendi varlığımızı fark edebilirdik. Hayat olduğu için Rabbimizin ihsan ettiği nimetlerden istifade edebiliyor, Ona hamdedebiliyoruz. Hayat olduğu için konuşabiliyor, yürüyebiliyor, düşünüp, akıl yürütebiliyoruz. Ancak günü gelen herkes gibi bizler de bir gün bu fani hayata veda edeceğiz. Ayrılış günü geldiğinde hayata dişimizle tırnağımızla tutunmuş olmamız hiçbir şeyi değiştirmeyecek. Hiç birimiz bu alemde kalıcı değiliz. Bu anlamda denilebilir ki, dünya hayatı insanoğlu için bir miktar dinlenip sonra yoluna devam edeceği fani bir gölgelik gibidir. Herkes Rabbimizin kendisine lütfettiği süre zarfında bu gölgeliğe uğrar, sonra çıkmış olduğu ahiret yolculuğuna devam eder. O bakımdan dünyanın faniliğine bel bağlamamak, fani alemin baki yolcular ağırlamayacağını hatırda tutmak gerekir.

Cenab-ı Hak dünya hayatının faniliğini ve ona aldanışı Yunus suresinin 24. ayeti kerimesinde şöyle tasvir buyuruyor:
“Dünya hayatının durumu, gökten indirdiğimiz bir su gibidir. İnsanların ve hayvanların yiyeceklerinden olan yeryüzü bitkileri o su sayesinde gürleşip birbirine girer. Nihayet yeryüzü ziynetini takınıp, (rengârenk) süslendiği ve sahipleri de onun üzerinde kudret sahibi olduklarını sandıkları bir sırada, bir gece veya gündüz ona emrimiz (âfetimiz) gelir de onu sanki dün yerinde yokmuş gibi kökünden koparılarak biçilmiş bir hale getiririz. İşte iyi düşünecek kavimler için ayetlerimizi böyle açıklıyoruz.”

Hadi toparlanalım

Ne yapmalıyız? Bu sorunun cevabı hem kolay, hem zor. Hadis-i şerifte belirtilen beş hususun birer ilâhi nimet olduğunu anlayarak, kabul ederek işe başlayabiliriz. Evet;

• Gençlik,
• Sıhhat,
• Zenginlik,
• Boş vakit,
• Ömür

birer nimettir ve geçicidir.

Bu nimetler elimizdeyken onları ahiret azığına çevirme niyet ve şuuruna sahip olmak ikinci adımdır.

Sonra paniklemeden, üzüntüye kapılmadan, bunların kadrini bilme hususunda nimeti verenden yardım talep ederek harekete geçebiliriz. Ve elbette daima şükür hali üzere olabiliriz. Çünkü verilen nimete hamdetmek hadis-i şerifin de ifadesiyle, o nimetin yok olmasına karşı bir güvencedir. (Deylemî)

Unutmamamız gereken en önemli husus şudur: İhsan edilen bu nimetlerden dolayı kıyamet günü hesaba çekileceğiz. Hadis-i şeriflerde kıyamet günü kişiye ömrünü nerede harcadığı, gençliğini nerede tükettiği, malını nerede kazanıp, nerede harcadığı ve bildiğiyle ne derece amel ettiğinin sorulacağı haber verilmektedir. (Tirmizî). Bu da sayılan nimetlerin ne kadar değerli olduklarına birer işarettir.

İbret gözüyle bakmak önemlidir. Hayatı omuzlarında bir yük gibi taşıyan yaşlılara, biçare hastalara, yoksullara, zaman fakiri insanlara ve elbette kabirlere bir de bu gözle bakmamız gerekir.

Efendimiz s.a.v.’in duasını hatırlayalım:

“Allahım. Nimetinin zevalinden, afiyetinin değişmesinden, ansızın gelen cezalandırmandan ve cümle gazabından sana sığınırım.” (Câmiu’s-Sağîr)

Ey Gençliğine Güvenen!

Bir gün üzerinde güzel kumaştan yapılmış elbise bulunan bir genç Hasan-ı Basrî rh.a.’in yanından geçer. Hasan-ı Basrî rh.a. ona şöyle der:

– Ey gençliğiyle övünen, güzel görünmekten hoşlanan kişi! Şimdi, kabrin seni içine aldığını, amelinle baş başa kaldığını düşün. Vah sana, kalbini tedavi et! Çünkü Allah Tealâ sadece kulların kalplerinin salih olmasına bakar.

(İmam Gazâlî, Mükâşefetü’l-Kulûb)

Elden Ayaktan Düşmeden

Hiç kimse halihazırdaki sağlıklı durumuna aldanmamalıdır. İnsanın ne zaman elden ayaktan düşeceği belli olmaz. Öyleyse sıhhat yerindeyken ibadet ve taate önem vermek, buna imkan ve fırsat bulamayacağını düşünerek salih amellere yönelmek gerekir.

Ecelin de ne zaman kapıyı çalacağı belli değildir. O halde ahiret yurdu için faydası olacak işlere önem vermek gerekir. Bu şuuru sahabi hassasiyetiyle özümseyen İbn Ömer r.a. şöyle derdi:

“Akşama ulaştığın zaman sabahı bekleme, sabaha ulaştığın zaman da akşamı bekleme. Sağlıklıyken hastalığın için, sağken ölümün için hazırlık yap.” (Buharî; Tirmizî)

Bir de, sağlıklıyken sürekli yaptığı güzel amelleri hastalıktan dolayı terketmek zorunda kalan bir kimsenin, bunları sanki hiç terketmemiş gibi ecir kazanmaya devam edeceği müjdesi var. Nitekim hadis-i şerifte buyurulur ki:

“Kul hastalanır veya yolculuğa çıkarsa sıhhatli ve mukim (yolcu değil) iken yaptığı ibadeti Cenab-ı Hak aynen kendisi için yazar.” (Beyhakî)

Zaman Kılıç Gibi

İmam Şaranî k.s. demiştir ki: İmam Şâfiî rh.a. ilim ve halinin yüceliğine rağmen Hakk’a aşık sufilerle otururdu. Kendisine:

– Şunların sohbetinden ne istifade ettin, diye sorulunca şu cevabı verdi:

– Onların en fazla şu sözlerinden istifade ettim: “Vakit bir kılıçtır. Sen onu kesmezsen, o seni keser. Yani, sen vakitten istifade etmezsen, o senin ömründen bir parça kesip atar. Sen nefsini hayırlarla meşgul etmezsen, o seni kötülüklerle meşgul eder.“

Ömrümü Geri Getirebilir misin?

Yüz yaşındaki bir ihtiyar Muaviye r.a.’ın yanına gelir. Hz. Muaviye r.a. ihtiyara dünyayı nasıl bulduğunu sorar. İhtiyar şu cevabı verir:

– Bolluk yılları sıkıntılı yılları, günler günleri, geceler geceleri kovaladı. Doğanlar doğdu, ölenler öldü. Doğanlar olmasa insan soyu tükenir, ölenler olmasa dünya insanlara dar gelir.

Bu sözler üzerine Muaviye r.a. ihtiyara dedi ki:

– Ne dileğin varsa söyle! – Geçen ömrü geri getirebilir, yahut yaklaşan eceli savabilir misin? – Buna benim gücüm yetmez! – O halde benim sana ihtiyacım yok! (İmam Gazalî, Mükâşefetü’l-Kulûb)

Kürşad Salih Yaman – Semerkand Dergisi, Mayıs 2011.





YORUMLAR

  1. AMENNA VE SADDAKNA. ZARARIN NERESİNDEN DÖNERSEN KÂRDIR. ZATEN TEVBE KAPISI NE İÇİN VARDIR?

  2. AĞZINIZA YÜREĞİNİZE SAĞLIK

  3. Yazan kişiden Allah razı olsun. Ömrümüz boyunca o beş büyük nimetin bilincin de olmayı, Cenabı Allah bizlere nasip etsin AMİN.

Yorum yapın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir