Henüz Vakit Varken

Henüz Vakit Varken

Biz müminiz elhamdülillah. Hayatla da barışığız, ölümle de. Biliriz ki hayata ve ölüme dair hazırlıklar var. Bizim işimiz, gücümüz yettiğince hazırlıklarımızı tamam etmek. Bir de Cenab-ı Mevlâmız’dan sakınarak rahmetinden ümitvar olmak.

Ölüm, hayatta olmanın tabii sonucudur ama bir türlü kendimize yakıştıramayız. Bizim sıramızın çok sonra geleceğini düşünürüz. Bununla beraber, ansızın karşımıza çıkabileceğinden de inceden inceye endişe ederiz. Biliriz ki hiç kimse ölümden yakasını kurtaramaz.

Aslında hayatımız boyunca ölümle yüz yüze yaşarız. Birbirini kollayan iki güreşçi gibi. Bazen şiddetli darbelerle ümidimizi bitirir, bazen de kıl payı yakamızı kurtarırız ondan. Ama bu güreşin bir gün, bir şekilde biteceğinden hiç birimizin şüphesi yoktur.

Ölümü hesaba katmak gerekir. Bütün plânları suya düşüren, bütün hedefleri iptal eden, bütün tatları bir anda bıçak gibi kesen ölümü; hayatın bu en büyük gerçeğini dikkate almamak nasıl mümkün olabilir?

Ölümü hesaba katalım, peki ne yapalım? Bir gün mutlaka öleceğiz diye hayatı kendine zehir etmek, yaşama enerjisini yok etmek değil elbette. ‘Hayat kısa, ne kadar zevk sefa, o kadar kâr’ diyerek şeytanın dümen suyuna takılmak da değil.

Son Nefese Hazırlanmak

Ölüme hazırlıklı olmak, her an ölümle karşılaşabileceğimizi düşünerek, yapmamız gereken işleri yapmak demek. Bu sözle günlük ibadetlerimizi kasdetmiyoruz. İnsanların, diğer bütün varlıkların haklarına özen göstermeyi de değil. Bunlar biz müminlerin zaten mizacı, huyu, hali.

Bizim, her an ölümle karşılaşabileceğimizi düşünerek yapmamız gereken işleri yapmak sözünden maksadımız şu: İstesek de ölüm anında ve sonrasında yapamayacağımız, yerine getiremeyeceğimiz bazı yükümlülüklerimiz var, işte onları kastediyoruz.

Bir şekilde borca girdiğimizi ve paramız olmadığı için ödeyemediğimizi düşünelim.

Bir dönem tembelliğimizden ya da cahilliğimizden namazlarımızı, oruçlarımızı kazaya bıraktığımızı; zekâtlarımızı veremediğimizi, hacca gidemediğimizi, kefaretlerimizi yerine getiremediğimizi var sayalım.

İşte bu yazıda dikkatinize sunmak istedimiz hazırlıklar bunlara ilişkin.

Öncelikle yapamadığımız, geciktirdiğimiz veya ihmal ettiğimiz ne varsa, hepsi için samimi olarak tevbe etmemiz gerekir. İçimizi kavuran pişmanlık tevbe ifadeleriyle dilimizden dökülürken, o yapamadığımız, geciktirdiğimiz veya ihmal ettiğimiz işleri yerine getirebilmenin gayreti içine girmeliyiz.

Gücümüz nisbetinde borçlarımızı ödemeye, kılamadığımız namazlarımızı ve oruçlarımızı sıraya koyup kaza etmeye, vermediğimiz zekât ve kefaretlerimizi fakirlere ulaştırmaya çalışmalıyız. Hacca gitmediysek eğer, mümkün olabilecek ilk fırsatta gitmeye niyet etmeliyiz.

Bir İhtiyaç Pusulası

Bütün bunları bir anda ödemek veya kaza etmek mümkün mü? Tabi ki değil. Daha borçlarımız, kazalarımız bitmeden, işte tam bu esnada ölüm meleğinin geldiğini düşünelim. Halimiz ne olur? Bir tarafta kul hakları, diğer tarafta Allah’ın hakları… Geriye dönmek, yapamadıklarımızı, ertelediklerimizi yapmak da mümkün değil…

Rahmet Peygamberi Efendimiz, bu konuda da bir çıkış yolu gösteriyor bize. Ölümden sonra geçerli olmak üzere, şu anda hayatta bulunan bir müslümanın, bazı şeyler yapabileceğini ferman buyuruyor:

“Vasiyet etmeye değer bir şeyi bulunan müslümanın, vasiyeti yanında yazılı olmadan iki gece geçirmesi doğru değildir.” (Buharî)

Her şeyden önce kul haklarını dikkate almalıyız. Bir kimseye ödeyemediğimiz şahsi bir borcumuz, teslim edemediğimiz bir emanet, yerine getirmediğimiz bir söz veya bir alacağımız olabilir. Bunlarda karşılıklı kul hakları mevcuttur. Ansızın ölüm geldiğinde bu haklar üzerimizde kalır. Bunun için öncelikle bunları yazmalı ve yakınımızdaki insanlara bildirmeliyiz. İşte hadis-i şerifte zikredilen vasiyet bunları da kapsıyor.

İkinci olarak, yerine getiremediğimiz oruç, zekât, hac ve adak gibi Allah’a karşı olan borçlarımızı da yazmalıyız. Ömrümüz yetmez de bu vazifeleri kendimiz yapamazsak, bıraktığımız mallarımızdan yeteri miktar bu ameller için ayrılır.

Hanefi müctehitlerine göre, geriye bıraktığımız malın sadece üçte birine kadar olan kısmı ayrılabilir. Zekât ve adaklar ne kadar tutuyorsa hemen fakirlere verilir; hac için gerekli miktar ayrılır ve bedel olarak bir müslüman bize vekâleten hacca gönderilir. Her günün orucu için bir fitre miktarı olacak şekilde hesaplanıp ihtiyaç sahiplerine dağıtılır. Bazı alimlerimiz, kılınamamış olan namazları oruca benzeterek her namaz için bir fitre verilmesini güzel bulmuşlardır. (el-Aynî: el-Binaye fi Şerhi’l-Hidaye, III/696-699, Beyrut 1990)

Herkesin kendi ibadetini yapması esastır. Değindiğimiz durum acziyetten kaynaklanmaktadır. Hatalarını anlamış, samimi olarak tevbe etmiş ve samimiyetle eksiklerini gidermeye koyulmuş bir insanın son çırpınışıdır. Eksiklerini gidermeye başlayan, ama gücü yetmeyen, zamanı kalmayan bir insanın…

İşte yukarıdaki vasiyet bu insan için geçerlidir.

Ümidimiz odur ki, bu durumdaki bir müslüman vasiyetini anlatılan şekilde yapar ve bütün gayretiyle eksiklerini giderirken ölüm yolunu keserse, Yüce Rabbimiz’in merhameti onun yolunu bağlayacak ve onu rızaya ulaştıracaktır.

Kemal Süleymanoğlu – Semerkand Dergisi, Ocak 2004.





YORUMLAR

  1. allah cc raazıolsun

  2. dinimiz islam gerçekten kolaylık dini. o kadar eksiğimiz çok ki… her anlamda eksik ve kusurlu olan bizlere, bu bilgileri paylaştığınız için allah sizden çok çok razı olsun.

  3. Çok güzel ve yönlendirici bir yazıydı.
    Yazandan va yayınlayandan Allah Razı olsun.

  4. Allah hepimize ölmeden önce tevbe etmeyi nasip etsin.

Yorum yapın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir