Nefsin Arzuları
Şehvet sadece cinsel arzu değil, insanın dünya nimetlerini şiddetle arzuladığı, elde etme hırsına kapıldığı her şeydir, insandaki yeme, içme ve cinsel arzulara genel olarak şehvet adı verilir. Nitekim Cenâb-ı Hak bu gerçeğe işaret ederek şöyle buyurmaktadır:
“Kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşlere, atlara, hayvanlara ve ekinlere karşı insanların aşırı sevgisi vardır ve bu sevgi, insanlar için çekici bir hale getirildi. Fakat bunlar, dünya hayatının geçici nimetleridir. Halbuki varılacak güzel yer, Allah’ın katındadır.” (Âl-i Imrân 3/14).
Aslında Kur’an’ın birçok yerinde dünyaya aşırı düşkün insanlar eleştirilmiş, ahireti göz ardı ederek sadece dünyevî zevklere dalanların ahiretteki nimetlerden yoksun olacağı bildirilmiştir (bk. Aı-ı Imrân 3/145). Fakat bunun yanında aşırıya kaçmamak, ahireti unutmamak, bencil davranmamak ve helâl sınırlar içinde, sözü edilen dünya nimetlerinden yararlanmanın insanî bir özellik olduğu vurgulanarak Allah’ın helâl kıldığı şeyleri nefsi terbiye etmek adına kimsenin haram kılmayacağı da en açık ifadelerle haber verilmiştir (bk.A’râf 7/32).
İnsanın madde ve ruhtan yaratıldığını bildiren islâm, dünya nimetlerinden yararlanmayı kötü görmediği gibi israfa kaçmamak şartıyla bunu teşvik de eder (bk. A’raf 7/31).
İnsanın cinsel arzularını doğal karşılayan İslâm, bu duygunun nikâh bağıyla birbirine helâl olan erkek kadın ikilisinin meydana getireceği evlilik müessesesi içinde değerlendirilmesini ister (bk. şûrâ 42/11). Ancak onu yasaklamaz, tamamen serbest ve başıboş da bırakmaz.
Yine İslâm, insanın mal mülk edinmesini, zengin olmasını doğal karşılar, ama kazancın helâl yollardan elde edilmesini şart koşarken, helâl malın da özel mülkiyet adına kontrolsüzce harcanmasını, israf edilmesini kabul etmez.
Ayrıca servetin kişilerin değil, toplumun malı olduğunu bildiren islâm, onun sadece varlıklı sınıfların elinde dolaşan bir mülk olmasına engel olur, (bk. Haşr59/7) toplumun üzerinde kontrol mekanizması olan yöneticiler; zayıfları, fakirleri, yetimleri, dulları, kısaca desteğe muhtaç kişileri koruma altına alarak, (bk. Enfâl 8/41) gerektiğinde varlıklı sınıfın servetinden alıp, yoksul sınıfla arasındaki dengeyi sağlar (bk. Tevbe 9/103).
Hak Teâlâ, insanın servete karşı aşırı düşkünlüğünü iyi bildiği için, servete karşı şehvet derecesine ulaşan sevgisini önlemek için infak etmeyi teşvik etmiş, bunu yapanların karşılıklarını cennette alacaklarını müjdelemiştir (bk. Bakara 2/276-277). Bunun karşısında altını, gümüşü yani serveti biriktirip Allah yolunda gerekli yerlere harcamayanlar, büyük bir azapla korkutulmuştur (bk. Tevbe 9/34-35).
Yine evlat sevgisi, karı koca, arkadaş, anne baba sevgisi gibi sevgiler İslâm’ın, Allah’ın, Peygamber’in önüne geçmedikçe hoş karşılanan, hatta gerekli olan insanî duygulardır (bk. Tevbe 9/24). Ancak bu sevgi bağları, insanı Allah’a kulluktan alıkoyuyorsa, insanı ahirette yalnız bırakacaksa hiçbir anlamı yoktur; çünkü mal ve evlat birer imtihandır geçici dünya nimetleridir, inanç bağıyla desteklenmedikçe müslüman, en yakınlarına dahi sevgi besleyemez.
Özet olarak İslâm, insanın fıtrî olan bazı duygularını, ölçülü ve helâl sınırlar içerisinde kalmak şartıyla doğal karşılar, ama bunların kişiyi Allah’ı zikretmekten, O’nun yolunda harcamaktan alıkoyacak derecede kuşatmasına izin vermez.
İblis’in Çengelleri
Anlatıldığına göre İblis, üzerinde (omuzunda) birtakım çengeller olduğu halde Hz. Yahya’ya göründü. Yahya [aleyhisselâm],
“Bunlar nedir?” diye sordu. İblis,
“Âdemoğullarını avladığım şehvetlerdir” dedi. Hz. Yahya [aleyhisselâm],
“Onlar içinde beni de avladığın bir tuzak var mıdır?” deyince, İblis,
“Hayır, fakat bir defasında fazlaca yiyip karnını doyurmuştun, bu yüzden namazda ve zikir esnasında sana bir ağırlık çökmüştü!” dedi. Bunun üzerine Hz. Yahya,
“Madem öyle, ben de bundan sonra bir daha karnımı doyurmayacağım!” dedi. İblis de,
“Ben de bir daha kimseye nasihat etmeyeceğim!” dedi.(1)
(1) Gazâlî, Ihyâü Ulûmi’d-Dtn, 3/40 (Beyrut 2000).
SiraceddinÖnlüer, Kalbin Hastalıkları, Semerkand Yayınları
çok güzel bir yazı olmuş