Tasavvuf Yolunun Esasları
Sülemî’nin Risaleleri
İşittim ki Şeyh Ebu Sehl’e tasavvuftan sorulmuş da: “Tasavvuf itirazdan yüz çevirmektir.” demiş. O, gördüğü her asiye acır, dua eder, ibadet ve taat edenlere saygı gösterir, belaya uğrayanlara, sanki kendisi belaya uğramış gibi üzülür, şefkat eder. Halkın sığınağı, kederlilerin barınağı, üzüntülülerin teselli edici arkadaşı, kaçanların vardığı yer olur. Rabbiyle ünsiyet ettiği için kendisini gören de onunla ünsiyet eder, ona ısınır. Efendisine ısınmasından, güvenmesinden dolayı görenler de ona ısınır. Kimseye kibirlenmez, kimseyi azarlamaz, aksine bulundukları halde insanları mazur görür. Müritlere merhameti, şeyhlere saygısı fazladır.
Allah Rasulü s.a.v.: “Küçüğümüze acımayan, büyüğümüze saygı göstermeyen bizden değildir.” demiştir. Allah’ın Rasulü küçüğe, büyüğe dememiş, onları kendisine izafe ederek “küçüğümüze, büyüğümüze” demiştir. Onun için sufilerin yoluna giren her küçüğe acır, ona Hakk’ın yolunu gösterir ve imamlar rütbesine eren her büyüğe saygı gösterir. Allah Rasulü s.a.v.’e güzelce uyar, gerek işlerinde gerek sözlerinde O’na aykırı davranmaz, onun yaptıklarını yapar, sözlerini tutar. Çünkü “küçüğümüz”, iradenin hakikatine eren, “büyüğümüz” de marifetin hakikatine erendir.
Kendisine gelene ikram eder, halini hatırını, kimden edep almakta olduğunu sorar. Bir mürşidden edep öğrenmeyen battaldır (tembeldir, yolda kalır). Bir mürşidin nazar ve şefkatine mazhar olmayan bir şeye yaramaz. Kendisine geleni en güzel tarzda güzel ahlâk ile eğitir, ona acır ve onu yolların en kolay ve en uygun olanında yürütür. Çünkü Peygamber s.a.v.: “Allah şefkatlidir, şefkati sever. Şiddet ile yapılan işe vermeyeceği ecri, şefkatle yapılan işe verir.” demiştir.
Öğrettiklerinin çoğunu sözleriyle değil fiilleriyle öğretir ki, mürit eğer anlayışlı ise edep öğrensin. Eğer bu davranışı müridi etkilemiyorsa onu sözleriyle ve öğütleriyle eğitir. Çünkü Peygamber s.a.v., kendisinin namazını gördüğü halde öğrenemeyen bedeviye: “Namaza kalktığın zaman Allah’ın sana emrettiği şekilde abdest al, sonra şöyle yap…” demiştir. Ashabının ise kendisini izleyerek edep öğrendiklerini görünce onlara: “Benden gördüğünüz gibi namaz kılın.” demiştir. “Benim kıldığım gibi kılın” dememiştir. Çünkü biliyordu ki kimse kendisi gibi namaz kılamaz. Zira onların yaptığı ameller, kendisinin yaptığının hakikati karşısında şekilden ibaret kalırdı, onlar O’nun işlerinin hakikatine erişemezlerdi. O, kendisinin zahir hükümlerine uydukları takdirde yetişeceklerini (görevlerini yapmış olacaklarını) onlara bildirdi. Çünkü onlar, iştiyak ve gayret makamındadırlar. İştiyakları ve meyilleri fiillerine uymaktadır.
Taklitten Tahkike Geçiş
Hak yolcusu, iradesinde hakikate ererse bu halleri birbirinden ayırt etmesi gerekir.
• Zühd (dünyadan yüz çevirme) ile yüz çevirir görünmeyi, zoraki yüz çevirmeyi,
• Sabır ile sabırlı olmaya zorlanmayı,
• Yakîn yani gerçek bilgi ile yakîn bilgi edinmiş görünmeyi, tam yerleşmemiş yakin bilgi edinmeyi,
• Takva ile kendini müttaki göstermeğe çalışmayı,
• Hüzün ile hüzünlü olmaya çalışmayı,
• Ağlama ile zoraki ağlamayı,
• Anlayış ile çaba harcayarak anlamayı,
• Korku ile korkmaya çalışmayı,
• Zevk (tatlı olan manevi hal) ile zevkli olmaya çalışmayı…
Ve buna benzer halleri birbirinden ayırması nefsini, bu hallerin mükemmel olanına alıştırması gerekir.
Çünkü bir şeyi zorla yapan, gönül huzuruyla yapanın derecesinden daha aşağıdadır. Ne zaman ki Hak yolcusu bu makamlarda iyice kuvvet kazanır, dışını ve içini kuşkulardan, töhmetlerden temizler, Allah’ın yardımı da kendisine destek olursa, ona tasavvufun başlangıcı görünmeye başlar.
Ahlâk:
Yüce Allah’ın, Hz. Peygamber s.a.v.’e şu sözüyle emrettiği davranıştır:“Affı al, iyiliği emret ve cahillere aldırış etme.” (A’raf, 199)
Hz. Peygamber s.a.v. bu adab ile edeplenince yüce Allah ona:
“Muhakkak ki sen büyük bir ahlâk üzerindesin.” (Kalem, 4) demiştir.
Ahlâk, ihvanın (yol arkadaşlarının) kusurlarını düzeltmeye çalışmak, hatalarını affetmek, özürlerini kabul etmek, günah olmayan hususlarda onlara yardım etmektir. Ahlâk, idare etmek, kavgayı bırakmaktır.
Ahlâk, müslümanların haklarını gözetmek, ihvanın ahdini korumaktır. Onlar için yapılması gerekli olan şeyleri yapmaktır.
Marifet (İlahî bilgi):
Yüce Allah’ın vergisidir. Allah onunla arif kullarının kalplerini aydınlatır. Bunun görünüşteki belirtisi hiç ara vermeden, usanmadan ibadete sarılmaktır. Hz. Peygamber s.a.v. Hârise’ye: “Senin imanının hakikati nedir?” diye sormuş. Hârise r.a. şöyle cevap vermiş: “Gecemi uykusuz, gündüzümü susuz geçirdim, nefsimi dünyadan çektim.” Peygamber s.a.v. ona: “Arif oldun (bildin) devam et.” demiştir.
Kalbinde dünyadan herhangi bir şey bulunan kimsenin marifeti doğru değildir. Zira marifet doğru olduğu zaman ma’ruftan (bilinen Allah’tan) başka bir şey bırakmaz. Marifet, Allah’ı, O’nun isimlerini ve sıfatlarını, kudret ve iradesinin geçerliliğini bilmek, aza kanaat etmek, (Allah’ın büyüklüğü karşısında) küçülmek, alçak gönüllü olmaktır. Marifet doğru olunca, arifi marifetinden geçirir, arif bildiğinin farkında olmaz. Çünkü o, Marufu (Allah’ın tecellilerini) görmeye dalmıştır.
Sufilerin Edebi
Sufilerin adabından biri de eceli gözetmek ve uzun emel sahibi olmamaktır. Seri es-Sakatî k.s. şöyle demiş: “Ma’ruf Kerhî k.s., ezan ve ikamet okurdu fakat öne geçip namaz kıldırmazdı. Etrafındakilerden birini, Muhammed ibn Ebî Tevbe’yi namaz kıldırması için öne geçirdi. Muhammed:
– Eğer öne geçip, bu namazı kıldırsam bile bundan başka size namaz kıldırmam, dedi.
Ma’ruf şöyle cevap verdi:
– Demek ki sen kendine bir sonraki namaza ulaşacağını telkin ediyorsun. Uzun emelden Allah’a sığınırız, çünkü uzun arzu iyi amele engel olur.
Ve Ma’ruf bir daha onun arkasında namaz kılmadı.
Sufî Ali ibn Abdurrahim şöyle demiş: “Kim ki uzun arzusunu kısar, amelini tam yaparsa, onda kendisini meşgul edecek bir arzu kalmaz.”
Sufilerin adabından biri de nefslerinin değerini bilmeleridir. Cüneyd şöyle dedi: “Hakiki ilim kendi değerini bilmektir. Kim kendi değerini bilirse kulluk ona kolaylaşır.”
Sufilerin adabından biri de vücut organlarını daima emirlere uydurmaktır. Ebubekir el-Varrak şöyle dedi:
“Edep, konuştuğun zaman dilini korumak, yalnız kaldığın zaman kalbini korumak, dışarıya çıktığın zaman gözünü korumak, yediğin zaman boğazını korumak, uzattığın zaman elini korumak, yürüdüğün zaman ayağını korumak ve bütün işlerinde vaktini korumaktır. Kim ki organlarını korumaz, vaktini ihmal ederse onun uzuvları edepsizliğe gider. Kim vaktini korur, sırrını gözetlerse Allah onun vakitlerini ve uzuvlarını korur.”
Hayatı samimi yaşamanın adı tasavvuf.
Hayatı samimi yaşamak için islami kurallara uymak her müslümanın görevidir.İnanan görevini tam yaparsa Hak Teala hikmetini kulundan esirgemez.Önemli olan görevi samimi olarak yerine getirmektir.