Tenkit ve ölçü
Hata ve kusurda ısrar edenleri öncelikle gayet yumuşak ve mütevazi bir üslupla düzeltmek gerekir. Başkalarının içinde değil, başbaşayken uyarmak daha doğru olur.
Ancak, düzeltilmeye çalışılan durumun gerçekte bir hata olup olmadığından emin olmalı, bu hususta nefsî görüş ve düşünceyle hareket edip kişileri kusurlu sayıp tenkit etmemelidir. Şayet, uyarılan kişi bundan memnun olur ve teşekkür ederse iyi bir sonuca ulaşmış olur. Ama “sen kendine bak” derse, bu günah olarak kendisine yeter.
Fakat durum böyle de olsa, mümin kardeşi hakkında başkalarına gıybet etmemelidir. Dedikodu ile çekiştirerek hatalı durumu etrafa yaymak, bir muhalefet veya intikam hissinin belirtisidir. Fayda yerine zararın çoğalmasına sebebiyet verir. Eğer hata herkesi alâkadar eden, cemaate zarar veren bir mahiyette ise, o zaman mutlaka zararı bertaraf edebilecek olanlara bildirmelidir.
Eleştiride insaflı olmak da şarttır. Çünkü bir olaya, duruma dışarıdan bakıp tenkit etmek kolaydır. Fakat işin içine girdiğinde çoğu kere meselenin hiç de dışarıdan kendi anladığı gibi olmadığını görecek, yaptığı tahribin manevi sorumluluğunu taşıyacaktır.
Elbette bir iş istişare edilirken fikir beyan etmeli, gerekiyorsa muhalefet şerhi düşmelidir. Ancak bir işin yapılması kararlaştırıldıktan sonra kardeşleriyle omuz omuza verip söz konusu hizmetin altına girmelidir. Umulan sonuç elde edilememiş olsa bile, “bak ben dememiş miydim” şeklinde itham edip kibir kokan bir tavra girmemelidir. İstişare sonucunda karar verildikten sonra artık o iş şahsa ait olmaktan çıkmış, topluluğa mal olmuştur. O bakımdan yapılan gıybet bütün cemaati gıybet etmek hükmüne geçer. Bu ağır mesuliyetten kurtulmak için o cemaatin yeryüzündeki bütün fertlerini bulup teker teker helalleşmek dahi gerekebilir.
İyice düşünüp taşınmadan, istişare etmeden her şeye, her harekete tersinden bakan, iş yerine söz üreten, devamlı menfi tenkitle meşgul olan kimselerle oturup kalkmamalıdır. Muhtemeldir ki, aynı hastalık kendisine de bulaşır da, ağır bir mesuliyet altına girer.
Kimsenin gönlünü kırmamalıdır. Çünkü o gönülde tecelli eden zat buna razı olmaz. Sonuçta yapılan bütün hizmet o kırık gönlün diyetine yetmeyebilir. En kısa sürede helalleşmek, kırık gönlün tedavisine çalışmak lazımdır. Hiddetle en yakın hizmet arkadaşını kırıp hizmetin insicamını bozduktan sonra “ben sebep oldum, hakkını helal et” deme yerine, suçu karşısındakine yüklemek ne büyük bir hamlık ve insafsızlıktır!
Din kardeşlerine, ihvanına ve hizmet arkadaşlarına tatlılıkla, tevazuyla , mahviyetle muamele etmek ne güzeldir! Sertlik, inatçılık, hiddet ve şiddetle muamele etmek ise ne çirkindir! Halbuki iyilik, kerem, af ve müsamahanın açamayacağı hiçbir kapı yoktur. En itirazcı kimseleri bile teslim alır. Yine en şerli adamda bile takdir edilebilecek iyi bir yön vardır. O kimsenin iyi yönlerinin keşfedilip takdir edilmesi, onu en azından zararsız hale getirebilir. Kötülük yapmak isteyen kişilerin gönlü de iyi davranışla kazanılabilir.
Kendi kusurlarına aldırış etmediği halde kusursuz dost arayanlar dostsuz kalırlar. Kendi nefsinin kusurlarını görüp, kardeşlerinin iyi taraflarına bakan kimseler ise her dem dost kazanırlar, hem de nefret odağı olmaktan kurtulurlar. Ayrıca onların sohbetlerinden istifadeye açık hale gelirler. Kibir ve çalımla herkese tepeden bakanların karşılarında kutbu’l – aktab dahi olsa istifade etmeleri mümkün değildir. Onun için insanların kemal noktasına bakmak ve herkesi kendinden hayırlı görmek gerekir.
Ahmet SAFA kaleme aldı, SEMERKAND DERGİSİ’nin 76.sayısında yayınlandı.
Çok hoş bir yazıydı. Bunu hizmet eden arkadaşların özellikle görev alanların okumasını şiddetle tavsiye ediyorum, selametle….
YAZIYI OKUYUP TA KENDİNDEN BİRŞEYLER BULMAYAN PEK AZDIR SANIRIM. EMEĞİ GEÇEN HERKESTEN ALLAH RAZI OLSUN